26 Haziran 2007 Salı

AŞKIN DİYALEKTİĞİ*


"Özgür bir yaşam, büyük ruhlar için olasıdır."
NİETZSCHE


Aşk bir bilincin bir bilince kavuşması, bir bilincin, özellikle duygusal düzeyde, bir başka bilinçte kendini bulması ya da aramasıdır.
...
Aşk toplumsal düzeyde bir karşı çıkıştır. Aşık olmak kınanmayı göze almaktır.
...
Kendi dışında her hangi bir gücün varlığını benimsemeyen ya da kısacası yetke tanımayan tek şey aşktır. Aşkın kendisi yetke olma savındadır yada kısacası aşk yetkedir. O gerektiğinde bütün kurumların karşısına bir yadsıyıcı olarak çıkabilir. Aşk bir yükümlenmedir, önüne çıkan her engeli yoğun ateşinde eritmek ister. Engel tanımayan yanıyla o tam bir karşı-toplumsallıktır. Kendini bir gerçeklik olarak ortaya koyduğu yerde öncelikle göreneklerin kalıplarını kırar yada kırmak ister. Toplumda geçerli her türlü kuralla yıkışır ve toplumsallığa her düzeyde meydan okur.
...
Aşk büyük boyutlarda tartışmasız benimsemedir. Aşk tartışmaz, irdelemez, hiç mi hiç kuşkulanmaz, yalnızca benimser... Ödün vermez. Ödün vermeye başladığı yerde sönmeye, sonunu elleriyle çizmeye başlar.
...
Ussallıktan bakınca çılgınlık dayanılmaz görünür. Çılgınlıkta toplumsal açıdan sakıncalı bazı şeyler vardır. Çılgınlık gerçek insan olmanın bir koşuludur. Ussallığın toprağında aşk bitmez. Aşıklar az da olsa delilere benzerler.
...
Aşk çılgınlık içinde düşünmektir. Aşk tartışmasız benimsemek ve ölesiye özlemektir. Aşkı hakkıyla yaşayanlar o koyu özlem duygusuna karşın sahiplenme yanlışına düşmezler.
...
Aşk bize verdiği sonsuzluk duygusu ile çekicidir. Aşıklar gizemli yönelimleri içinde öbür dünyada da bir arada olacaklarına inanırlar. Aşk belki de insanın yaşayabileceği duyguların en güzelidir. Olası duyguların en güzeli.
...
Yetkin bilince ulaşmış olmayanlar özgür olamazlar, en azından yeterince özgür olamazlar, onlar çok yerde birilerinin peşine takılıp giderler. Bunu yapmak zorundadırlar, çünkü özgür eylemi gerçekleştirmek için ya da uyarlı seçimler yapabilmek için gerekli bilinç donanımları yoktur. Kaba kitle ruhsallığı bu yarım bilinç koşullarında oluşur. Aşk da bir özgür düşünce ve özgür eylem alanı, bir özgür seçişler alanı olmakla belli bir bilinç yetkinliğini gerektirir. Her yüce insani değer gibi aşk da özgür bilinçlerin işidir, hatta gerektiğinde tutsaklığı göze alabilecek kadar özgür bilinçlerin işidir.Aşk özgür bilinçlerde parıldar ve gerçek anlamını kazanır. Aşk birbirine karşıt iki gücün, özgürlükle tutsaklığın çarpıştığı alandır. Özgürlüğün getirdiği tutsaklık da diyebiliriz ona.
...
Aşk bir yoldan çıkmadır, yoldan çıkarken göreneklerin hatta alışkanlıkların çizdiği çerçevelerin dışına çıkmadır. Tek ölçüt sevgili olunca yada tek değer sevgili olunca onun dışındaki her şey geriye itilir ya da sıradanlığa indirgenir. Hele çok uygunsuz koşullarda gerçekleşmişse aşk düpedüz topluma karşı ama özellikle de aileye karşı işlenmiş bir suçtur.
...
Bu yüzden kalın maskelilerin, maskelerini bir türlü bırakamayanların aşkın ülkesine girmeleri zor olur ya da tümüyle imkansızdır. Çünkü aşk büyük ölçüde düşlerden beslenir. Aşkta maskesini çıkarmayan kişi kendini bir yol ayrımında duyar, anlar ki aşk maskeli bir korunma için hiçte uygun bir ortam değildir, o durumda ya maskeyi soyunmak ya da geriye dönmek gerekecektir. Kendini kendine saklayan insan aşkın eşiğinden geri dönmek zorundadır. Aşkın kapısından girmek isteyip de bunu başaramayan insan düpedüz bu anlamda kendine yenilmiş insandır.
...
Oysa maskeler kötüdür, onlar gerçekte olumsuz yanlarımızı örttükleri gibi olumlu yanlarımızı da örterler.İçtenlikli insan olumsuz özellikleri olmadığı için değil olumsuz özelliklerini gizlemek istemediği için sevilir.
...
Günümüz insanının neredeyse hiç bir şeyden tat almayacak kadar yabancılaşmış olduğunu söylemek aşırıya kaçmak mıdır?
Genel görünümü içinde bu yeni insan durmadan gereksinimlerini artıran, buna göre durmadan yeni şeyler elde eden, bununla birlikte kazanımlarından heyecan duyamayan bıkkın bir insan özelliği gösteriyor.
...
Yeni insan aşkın yerine kaba ölçülerde cinselliği ya da onunla hiç ilgisi olmayan bir şeyi, örneğin televizyonu, otomobili ya da sabah kahvaltısını koymaya kadar varan bir yabancılığı yaşıyor.
...
Aşkın değeri bir bütünsellikte, bir- ruh beden bütününde gerçekleşir. Gerçek aşklar insanın kendini sevgiliye tam olarak armağan ettiği aşklardır. Aşkın adanmışlığı bu noktada anlam kazanır. Sakınıklıkla aşk olmaz ve her türlü sakınıklık aşkı öldürür. Ancak insanlar çok zaman tam olarak kendilerini verme rahatlığında olmadıkları için aşkta değerlerin oluşumu yarı yolda kalabilir. Yazık edilmiş nice aşklar vardır. Bu yüzden aşk yürekliliği gerektirir. Yürekli değilsek aşkla işimiz olmamalıdır.
...
Aşkta insan vardır, başkası vardır. Cinsellikte başkası nesneyken ya da daha doğrusu büyük ölçüde nesneye indirgenmişken, aşkta tam anlamıyla öznedir. Aşk ilişkisi özneden özneye ilişkidir...Başkası cinsel nesne olarak algılandığında aşk tüm gerçek anlamlarını yitirir yani aşk olmaktan çıkar. Gerçek aşk iki kişinin, karşı cinsten iki kişinin , iki ruh-beden bütününün diyalektik bir ilişkide birbirini keşfetmesi, birbirinin gizlerini ortaya çıkarmasıdır, doğrudan doğruya iki kişilik yada daha doğrusu yalnızca o iki kişiye özgü bir ortam oluşturmasıdır. Aşkta insanın keşfi olgusu bütün sıcaklığıyla, bütün derinliğiyle, bütün renkleriyle gerçekleşir. Başkası bizim için her zaman gizler yumağıdır...Bir başka insanda biz bizim için anlaşılır olması gereken özellikler buluruz, bu özellikler kat kat örtüler altında sessiz dururlar ya da bir takım kuytularda bekleşirler. Onları görünür kılmak için aşkın yoğun içtenlikli etkinliğine gereksinim vardır...Gerçekte insan kendini gizleyen bir varlıktır, o yalnızca aşkta kendini ele verir.
...
Aşka hiç bir bilinç hazırlığı olmadan girmek olası değildir...Yalnızca yetkin bilinçler aşkın dar kapısından girebilirler, aşkın dikenli yollarında yürümeyi göze alabilirler.
...
Böylece aşk cinselliği çok aşan bir güç olur. O sessiz, dolaylı, kendiliğinden bir araştırma alanıdır, bir insanlaşma ortamıdır. Onda insan kendini bulur ve kendini yaratır. Onda insan insanı keşfeder. Onda insan başkasına ulaşmanın, başkasına kavuşmanın yollarını arar bulur. Aşk insan için, gerçek insan için bir kaçınılmazlıktır. Aşk dünyayı sömürmekle sınırlanmış insan için değil de dünyayı yeniden kurmaya çalışan insan için zorunlu
bir etkinliktir.



Aşk yarar ve çok zaman ussallığı geriye iterek mutlak diyebileceğimiz bir duygu ortamı yaratır.
...
Aşk insanın insana kavuştuğu yerdir, insanın insanı derinden kavradığı yerdir. Aşk bir açılımdır, buna göre bir özgürlük ortamıdır. Aşkın ayırıcı niteliği bağdaştırıcı duygular kadar karşıt duygularla örülmüş olması, birbirini bütünleyen öğelerle olduğu kadar çatışkılı öğelerle kurulmuş olmasıdır. Aşkta birbirine iyiden iyiye uzak iki dünya, iki ayrı bilinç, renkleriyle ve nesnel yapısı ile birbirine uzak düşen iki bilinç bir bütün oluştururcasına bir araya gelirler.
...
Karşı cinsten kişilerin dostluğu iğreti dostluktur ve her zaman aşka dönüşmeye eğilimlidir. Dostluk aşka dönüştüğü anda kendi ussallığını yitirir, genel özelliklerini özel özelliklere dönüştürür, çatışkılı bir yapıya bürünür. O artık dostluk değil aşktır, bundan böyle yapıcı olduğu kadar yıkıcı olacaktır, özverili olduğu kadar bencil görünümlere bürünecektir. Aşklar dostluklara dönüşmezler, en azından sağlıklı dostluklara dönüşmezler. Oysa karşı cinsten iki kişi söz konusu olduğunda dostluklar çabucak aşka dönüşmeye eğilimli olurlar.
...
Aşk ahlakı elbette alabildiğine geniş bir ahlak değildir. savaşta bütün silahları kullanabilirsiniz diye bir ilke olmadığı gibi aşkın da belli ahlak kurallarına dayanmaması diye bir kolaylık yoktur, ahlak kuralları elbet aşkta da bir zorunluluktur. Ancak karşılıklı çekişmenin getirdiği gerginlik içinde silahlar bilendikçe, tıpkı zaman zaman savaşta olduğu gibi kural dışı yollara baş vurulur ve böylece ahlaki yönelimin sınırları zorlanır. Elde etmenin önemli olmaya başladığı noktada , daha aşkın başlarında seven kişi neredeyse bir avcı kurnazlığına bürünmek zorunda duyar kendini. Çeşitli oyunlar oynanır, çeşitli yalanlar söylenir. Kur yapmak dediğimiz o girişim biraz da düzenbazlık girişimidir.
...
...Nedir ki puse ? Biraz daha yan yana
Yapılan bir vaattir. Yemindir kanmayana.
Bir itirafın candan bir delil bulmasıdır;
Sevişmek mastarının gül pembe noktasıdır
Bir sırdır ki söylenir ağza kulak yerine.
Bir gönül hazzıdır ki hep derinden derine
Yayılır. Bir visaldir karanfil lezzetinde.
Biraz kalpten koklaşmak ve en nihayetinde
Dudakların ucundan tutmaktır ruhu biraz.
...
Aşkı bir tür sevgi saymak, onu sevgi kavramının altına yerleştirmeye çalışmak olacak iş değildir. Aşkın ne olduğunu bilmeyenler yada bilmek istemeyenler onu da bir çeşit sevgi gibi algılamak algılatmak isterler. Onlar isterler ki aşk olsun ama bir rahatlıklar ve dinginlikler ortamı olsun. Çok kişi aşkın güç bir iş olduğunun farkında değildir. Buna göre aşka hazırlıksız yakalanmak diye bir şey de vardır. Çok kişi aşktan yana görünür yada düpe düz aşktan yana çıkar, ancak aşk üst düzeyde duygusallıkla ve düşünsellikle sarılmış cinsellik olarak ancak yetkin insana, değerleri olan insana özgüdür. İşin bu yanı çok zaman unutulur...Tabanda iç güdünün bulunması aşkın türe özgü, herkese özgü olduğunu düşündürebilir bize. Doğrudur, cinsel içgüdü uyumaz, insan düzeyinde kendini benimsetebilmek yada gerçekleştirmek için acele bir duygu-düşünce maskesi takıverir yada duygu-düşünce örtüsüne bürünüverir,bir takım yapmacıklarla donanıverir. Ama ona o noktada aşk deyip çıkmak gerçek aşka haksızlık etmek olacaktır. Evet bile bile yada bilmeden sevgiyle aşkı birbirine karıştıranlar pek çok sevgiye hemen aşk sıfatını yakıştırıverirler. "Sevdim" demezler de "aşık oldum" deyiverirler. Aşk başka sevgi başkadır.
Sevgiyi elbette hor göremeyiz, hiçe sayamayız yada ikincil bir yere oturtamayız. Sevgi başka aşk başkadır. Sevgi de güzeldir, insan içindir ama aşk değildir. Aşkın sevgi olmasını isteyenler vardır. Sevgiye dönüştürülmüş aşk dişleri sökülmüş, yabansılığı giderilmiş aşktır. Karşılıklı anlayışla belirgin, dingin ve sorunsuz bağlılığa daha çok sevgi adı yakışır...Aşk tutkuyla belirgindir, iyiden iyiye sarsıcı tutkuyla belirgindir. Sevgide tutku yoktur. Ağır başlıdır sevgi, bilgedir. Sevecendir, görmüş geçirmiştir, hoş görülüdür, her koşulda anlayışlıdır, kavga çıkarsa da gözden çıkarmaz, yıkıcı olmayı hele hiç göze alamaz. Sevgi ussaldır, ussallığın çizgisini büyük bir dikkatle izler. Onun her zaman kendi logos ' una uygun olması gerekir. En coşkulu sevgi bile sınırlarını aşmaz, vurup geçmez, derinlerde anlaşılmaz öğeler barındırmaz, yoğun tutkularla işi olamayacağını iyi bilir.
Aşk tepeden tırnağa tutkudur. Tutku yoğunlaştıkça gündelik anlamında ussallık geriye çekilir, o zaman aşkın kendi özel mantığı ve özel dili oluşmaya başlar. O zaman duygu ve düşünce dünyası pırıltılı bir görünüm alırken çabucak usdışının yönetimine girer. Aşkın ussallığı bir tür usdışı ussallıktır. Aşık olan kişi olağan ussallığı elden kaçırdığını , tüm bilinç etkinlikleriyle usdışını koşullarına uyduğunu görür yada bilir. Denetlenebilen şey aşk değildir.
...
Aşk yaşamak benzersizi gerçekleştirmektir. Hem bir baş eğiş hem bir başkaldırmadır. Baş eğiştir: aşılmışlık duygusu ile belirgindir. Başkaldırmadır: Engel tanımaz. İnsan yaşamında engel tanımayan tek yönelimdir, insanı tartışmasız şekilde yükümlü ve sorumlu kılar. Bu sorumluluk düpedüz bir yüzde yüz benimseme sorumluluğudur. Aşk alışılmış sorumlulukları dışlar, göreneksel sorumlulukların çok ötesine geçer, kendisi ile ilgili yüzde yüz koşulsuz sorumluluğu getirir. Sıradan sorumluluklar aşkı kurulaştırır ve kurumlaştırır, aşk olmaktan çıkarır. Aşk göreneğe düşmandır ya da en azından ilgisizdir. Görenekle ilgili tüm değerlere karşı durur. Ona dıştan her hangi bir şeyi benimsetemezsiniz. Her aşk kendi kültür koşullarına göre kendi ilkelerini oluşturarak yaşarlık kazanır.
Genel olarak onu evliliğin bir ön hazırlığı, evliliğe açılan yolun başlangıcı gibi değerlendirirler. İnsan aşık olup evlenmelidir. İnsana aşk evliliği yakışır. Sevmeden evlenenlere biraz garip bakarız, hatta onları bir alış verişin tutkuluları gibi değerlendiririz. Ne olursa olsun işin ucunda evlilik olmalıdır. Aşkın kutsallığı ancak o koşulda onaylanır. Aşık olmak evlenmek içindir, insan aşık olur ve evlenir. Evet ne yazık ki çokları böyle düşünürler...O durumda aşk evliliğe bir hazırlık olarak düşünülebilir.Hatta şöyle düşünülebilir: aşk evlilik denilen mutluluğu önceleyen yoğun mutluluktur. İnsanlar koşullarını düşünüp tartışmadan mutluluk diye bir şeyi amaç edinmişlerdir. Onu hep ararlar ama hiç bir zaman bulamazlar. Onun amaçlanır bir şey olmadığını, amaçları gerçekleştirirken duyulan bir heyecandan başka bir şey olmadığını düşünmezler.
Kimine göre evlilik mutluluğun bulunacağı yerdir hatta tek yerdir. Mutluluk ne aşkta ne evlilikte ne de başka bir yerdedir. İnsanlar onu yanlış yerde ararlar çünkü, kendilerinde arayacaklarına dışta bir yerlerde ararlar dolayısı ile de bulamazlar. Evlilik aşkın zorunlu bir sonucu değildir. Evlilik bütün olumsuz özellikleriyle ve bu arada getirdiği çeşitli kolaylıklarla ve güçlüklerle aşkı öldüren bir kurum olarak düşünülebilir. Aşk uçurumun kenarında yaşamaya alışmıştır, rahat yataklarda sızar kalır. Evlilik en uygun koşulları amaçlar. Aşk değişkenlikle belirgin bir canlılığı gerektirir. Evliliğin kendine göre kalıpları vardır ve kalıplar birbirinin örneği olan kalıplardır. Bu kalıplar toplumsal ve türsel amaçlara göre düzenlenmişlerdir, özellikle çocuk yetiştirmeye göre düzenlenmiştir. Evlilik bir çocuk yetiştirme kurumudur, buna göre türü sürdürme kurumudur...Evlilikte aşk olsaydı evlilik bir kurum olma şansını elden kaçıracaktı, bir büyük heyecanlar, büyük sarsıntılar, büyük tedirginlikler kurumu olacaktı. Böyle bir kurumda çocuk yetiştirme olası değildir. Gerçekte iyi kurulmuş evlilikler de birer gerçeklik olmaktan çok birer düş oldukları için insan türünün sağlıklı gelişimi büyük ölçüde sözde kalmıştır diyebiliriz. Her evlilik kendine göre çatışkılarla varlığını sürdürür. Çocuk yetiştirmek için kurulmuş bu kurum çocukları zedeleyen bir kurumdur.
...
Aşk tüm evcil görünüşlerine karşın bir yırtıcıdır. Onun tüm yırtıcı özelliklerine karşın bir evcil olduğunu da söyleyebiliriz. Ne var ki ona evcil sıfatını yakıştırırken onu evlilikle bağdaştırdığımız düşünülmemelidir. Aşk her şeyden önce toplumsal düzeyde bir uyumsuzluktur, çünkü kendini kendi dışında bir hiç sayar, kendinden başka bir şeye bağımlılaşmak istemez. Gündelik yaşamı çekici kılan çok şeye ilgisizdir: Markaları bilmez, siyasi heyecanları tanımaz, kurallardan kaçar, kalabalıkları sevmez, yuva sıcaklığı diye bir şeye aldırmaz, mutfak robotlarını tanımaz, otomobil ve buzdolabı markalarını umursamaz, çok bilmişliklerden tiksinir.
...
Fırtınalı aşk denizinde yorgun düşenler için sığınılacak en güzel liman evliliktir. Evlilik limanına sığınan aşıklar uzun ve yorucu bir seferden dönmüş gibidirler ya da karmaşık bir masaldan çıkıp gelmiş gibidirler, bundan böyle her koşulda dinginliği ararlar, edilgin bir yaşama aday olurlar. Bu limana sığınış çok zaman onlara aşkta en yüce basamağa ulaşmak ya da aşkın verimli meyvesini toplamak gibi görünür. Onlar limanda demirlerken gerçek bir zafer kazanmış gibidirler. Oysa evlilik aşkın mezarıdır...Evlilik kurumu duygular açısından hiç de verimli bir kurum değildir. Ama ussal düzeyde ortak bir yaşam oluşturmak için oldukça elverişlidir. Çünkü o her şeyden önce kurumdur ve her kurum gibi yaşamsal gereksinimlerin öne çıktığı ve belirleyici olduğu bir kurumdur. Güç ya da kolay koşullarda gereksinimlerin öne geçmesi duygusal yaşamın filizlerini kırar.
Aşkın düşmanı olan alışkanlıklar ve kolaylıklar evlilik kurumunun temel özelliklerindendir. Alışkanlıklar yerleştikçe her anlamda kolay yoldan sağlamalar geliştikçe aşkın izleri silinmeye başlar. Yabansı aşk, o yırtıcı aşk en sonunda evcilleşmiş, kendine yenik düşmüştür. Dağınık saçlar, gecelikler, pijamalar, yetinmeler, bildiği gibi davranmalar, anneler, babalar, kardeşler,eski dostluklar, düşünmeden söylenmiş sözler duygusallığın altını oymaya başlar. Artık heyecan yoktur, dokunuşlarda da yoktur, yan yana duruşlarda da yoktur. Sessiz ya da gürültülü patırtılı bir isteksizlik, bir bıkkınlık gelir yerleşir. Evlilik denilen şey bu muydu? Bunun için mi biz o düşler ülkesinden bu aptallıklar ortamına geldik? Çiftler aşkın sarsıntılarını arar duruma gelirler, ancak iş işten geçmiştir, bundan böyle mutlu yuva oyununu oynamaktan başka yapılacak iş yoktur. Mutlu yuva bir bataktır, bir çocuk üretim merkezidir. Bataktan kurtulmak için girişilen çocukça çabalar boşa çıkacaktır. Değişiklik olsun diye girişilen bir takım davranışlar büyük bir verim sağlamayacaktır: Hep aynı şeyleri yapmayalım, örneğin bu akşam dışarıda yiyelim, örneğin sevişirken öyle değil de böyle yapalım. Evlilikte elde edilebilecek en iyi kazanım aşkın temiz bir sevgiye, biraz da gözü kapalı bir sevgiye dönüştürülmesi olabilir. Bu olmadığı zaman evlilik bir cehennem olur çıkar. Doğumlar, çocukların yetiştirilmesinde uğranılan çevresel güçlükler, okul harcamaları, birilerinin baskın ve yönlendirici tutumları ve buna benzer şeyler iyi bir sevgi ortamı oluşturmaya da engel çıkarır ve evliliğin açmaza girmesinde çokça etkili olur.
...
Aşkta ilginç olan sondaki sıkıntılı görünümler değil başlangıçtaki şaşırtıcı koşullardır. İki insanın bir birine vurulması ya da en azından bir insanın bir insana vurulması baştan sona giz dolu bir olgudur. Aşkı yaratan gücün uyumun gücü olduğu savı pek de inandırıcı değildir. Benzer bilinç koşullarından aşk doğar diyebilmek hiç de kolay değildir. Aşkta uyumlar kadar hatta onlardan çok uyumsuzlukların belirleyici olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Uyumsuzluk aşkta bir bağlayıcı güç, bir kışkırtıcı etken oluşturabilir. Sık sık kullanılan "yasak aşk" deyimi aşkta en azından toplumsal uyumsuzlukların gücünü ortaya koymaz mı? Bu "yasak aşk" deyimi pek de anlamlı bir deyim değildir, çünkü yasak olmayan aşk yok gibidir.Aşkın önündeki bütün engelleri kaldırın, geriye aşk kalır mı? Toplumun göreneksel değerlerden giderek çok şeye hayır dediği yerde aşk uyarsızlıklarla dolu kocaman bir evet'tir. Yaş, toplumsal sınıf, kişilik yapısı, eğitim düzeyi, bakış ve seziş ayrılıkları aşkı iyiden iyiye kamçılar ya da daha doğrusu kamçılayabilir. Aşık olmak gerçekte bir olmaza evet demektir. Bu yüzden aşk evlilikleri her zaman ve her anlamda sözleşme evliliklerinden daha az şanslıdırlar.
...
Aşktan payını almamış insanlara, hele ona aklı sıra yukardan bakmaya çalışanlara acımak gerekir. Aşkın dişlerini sökmeye çalışanlara da. Onlar aşka yaraşır olmayan, aşkı eline yüzüne bulaştıracak olan,zaten aşkın ne olduğunu da bilmeyen zavallılardır.
...
Aşk deneyi, iç koşulları ne olursa olsun, sonunda bir yücelme ve yüceltme deneyidir. Aşkta insan olanaksızı gerçekleştirmeye çalışırken daha da insanlaşır. İnsan olmak her zaman sınırları zorlamaktır. Aşk insanın sonsuzluğu duyumsadığı, ölmezliği sezdiği yerdir. Gerçek insan olma düşlerimizi ancak aşkın sıcak ama dikenli kanatları altında gerçekleştirebiliriz. Aşkın olmadığı yerde insan bir takım gerekleri yerine getiren bir makinedir.


*AŞKIN DİYALEKTİĞİ-Afşar Timuçin, Bulut Yayınları-2002
adlı kitaptan özetlendi.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazarın çok güzel ifadelerle anlatmaya çalıştığı aşk'ı anlamakla beraber,insanın kendi modunda hayata bakan birinin karşısına çıkma ihtimali bu toplumda maalesef gerek dini öğretilerden gerekse diğer etkenlerden dolayı çok zor.Bu sebeplerden dolayı toplumumuz sadece çocuk yetiştirme kurumu olan evliliğe yine toplumsal kabul ile girmekte ve aşkla tanışma olasılığı dahada düşmekte diye düşünüyorum Afşar timuçin'in yüreğine Ali sarıgülün emeğine teşekkürler.. Cengiz EREN

Sevgi dedi ki...

emeğine sağlık

Unknown dedi ki...

aşktan payını almamış insan zaten insan degil.içindeki sevgi agacını kurutmuş meta..çok kitaplar okudum ,çok yayınlarda izledim..bazen komikte geliyor bu yaşta aşk meşk yazmak fakat kendimiokuyunca tutamadım.şems tebriz diye girdim nete nerelere geldim okudum yorumlamak istedim okuduklarımı.hayran oldugum insan şems ve mevlana..o aşk çok ayrı..gerçek aşk ı bulanıda ben sanmıyorum inanmıyorumda.leyla mecnun lar,kerem aslılar,acaba günümüzde yaşasalardı aşk meşk kalırmıydı aralarında.sanmam.çıkar dünyasının hakim oldugu,insanların ekonomik şartlarla boguştugu günümüzde aşkı kim düşünürki.aşkı unuttu insanlar.sevgiyi zaten anlatmıyorum.duyguların yoksun oldugu çıkar evlilikleride zaten bitmeye mahkum.kagıt üstünde olmasada gönül defterinde bitmiştir.erkekler günü yaşamak derdindeler.kızlarımızsa zengin kariyer sahibi eş.ne yazıkki böyle bu çark.nerde kaldı aşk.aşık olup evlendi laflarıda inanın palavradır.aşk ın kaç yaşında gelecegi ve sizi hançerleyecegini tahmin edemezsiniz..bende elinize saglık diyorum sayın ali sarıgül saygılarımla fatoş aydemir