25 Haziran 2010 Cuma

DUYUYOR MUSUN BENİ SUFİ ?

Yağmur SURURİ

Taştım yine çukurumdan,tutamadım kendimi, içimi çeke çeke ağladım. Ne yaşımı sildim gözümden ne de ağlamaya utandım. Bir yabancıya anlatırken buldum kendimi böyle...

Anlattım kendimi ona, noktasız virgülsüz. Ben anlattım o dinledi, arada sustum o söyledi, garip bir telepati kuruldu aramızda, ben kendimi anlatma yoluna girdim o da beni anlamaya. Çok bunaldığım yerde durdum, nefes alırken ağlıyordum. O ağladığımı görmesede hissetmiş olmalı ki sık sık sabret diyordu. Bir solukta anlatmalıydım kendimi, o an içimden geleni yapıp saatlerce anlatıyordum.

Yakın geçmişimi anlattım ona, geçmişe takılı kaldığımın farkında, geleceğe hatta şu ana bakmam konusunda beni teskin ediyordu. Bana göre bu sözler bir teselli, ona göre acaba yaşamın sifreleri miydi? Bir hayat hocası gibi konuşuyordu, farkında değildi belki ama ağzından çıkan her kelimeyi hafızama kazıyordu...

Ne konuşurken ne de dinlerken herkes gibi değildi. Zaten onunla konuşurken ben de hiçkimse gibi değildim. Karşımda bir ayna vardı ben ağlarken yüzümü gülümserken gösteren.
Yalnız ayna sağlamdı da benim suretim paramparça dilim konuşurken canıma batıyor kanıyordu. Ajitasyon düşüncesi olmadan anlattığım âlemimde o sufi adım adım geziniyordu, içim rahattı ne bir sınır koydum araya ne de yasak bölge, gez gezebildiğin kadar ama beni bulursan ne olur bana söyle...

Ney seslerinde gece yarısını geçti, sohbete nokta koyma vakti geldi, küçük bir teşekkürle sohbet bitti, o sufi de sessizce gitti.
O gece sufinin alemimde bıraktığı ayak izlerinde uyudum, gözlerimi yeni bir alemde açmak için yumdum...
Duyuyor musun beni sufi?
Çok yorgunum güneş doğunca uyandırır mısın beni?



23 Nisan 2010 Cuma

Susmuşluğum Şikayetten Değil

Betül ERGİN(Ebkem)


Susmuşluğum şikayetten değil,

Öyle bir yara içimde eski yapraklardan kalma

Bir yumru olmuş boğazımda, ağlatır geceleri..

Akşamları Haliç kıyılarında düşünürüm seni

Hayalin karşı kıyılardan el sallar, gülümser

Sanki hiç gitmemiş, hiç gitmeyecekmiş gibi.


Kumkapı sokaklarından başlar benim susmuşluğum,

Sahile uğrar tren yollarında yürürüz iki çocuk

Beşiktaş, Bebek oradan Üsküdar...

Bazen Adalar'a geçer sümbüllü yollarda

Bir şarkı dinleriz seni anlatan.


Susmuşluğum şikayetten değil

Her yerde herkeste seni duymamdan..

9 Mart 2010 Salı

AY IŞIĞI

 Melike Nur YADİGÂR

Ay ışığım yoktu benim,
Ama yıldızlarım vardı, sebeblerim
Aramak için ışığı;
Gören gözlerim vardı benim.

Körler arasında görmek nasıldır bilirim.
Çünkü ben de onlardan biriyim.
Arayıştaydım senin gibi.
Ve biliyordum hazinemin yerini,
Hangi yolu izlemem gerektiğini.

Yıldızlar ulaştırdı beni Ay'a.
Ay da ulaştırır belki sonsuz ışığa.
Belki gerçekten kör olurum
Belki bedenim kül olur o ışıkta.
Ama ruhum aydınlıkta kalır daima.

18 Ocak 2010 Pazartesi

DURMAZ İŞLER HANÇERİNİN YARESİ (Yeni)

Ali Sarıgül

Durmaz işler ta derinden hançerinin yaresi,
Hiç kimsenin böyle zalim olmasın mehparesi,
Bulsalar Ferhad ile Mecnun bulurdu çaresi,
Ehl-i aşkın ölmeden gayri bulunmaz çaresi.


Türk Klasik Musikisi'nin büyük bestekârı, ehl-i dil(1), ehl-i aşk(2), fem-i muhsin(3) Zekai Dede'nin Rast Makamındaki şarkısının güftesinde, aşk hançerini yemiş olan aşıkın hali, acısı, çaresizliği ve çaresi böyle dile getiriliyor.


Bu yazımızda bu manidar güfteden yola çıkarak, adamın âdem(4) olma sürecinde, yani salikin(5) seyr-i sülukunda(6), benlik, ego ya da nefs adı verilen huzur bozucu, hakikat(7) güneşinin önündeki bu en büyük perdenin kaldırılmasında en önemli şifa kaynağı olan aşkın rolünün ne olduğu ne olması gerektiğini irdeleyeceğiz.


İnsan denilen aciz varlığın bu dünyadaki macerasının asli nedeni olan hakikati arayıp bulma sürecinde, Yaratan'ın her insana bahşettiği kadîm(8) aşk duygusunun, hedefine, amacına ulaşabilmesi için bir ikiliğe(9) ihtiyaç bulunmaktadır. Bu ikilikten hareket edilerek çokluk, çokluktan yola çıkılarak da teklik(10) idrak edilecektir. Bu ikilik, kadîm zamanlardan beri âşık-maşuk adıyla remzedilmiştir. Âşık yani seven, maşuk sevilen, yani sevgili.


Maşukun yani sevgilinin hakikate doğru olan yolculukta asli görevi bin bir türlü eda, işve, cilve ve naz ile aşıkın seyr-i sülukunda nefs denilen belâdan azade olması için elinden geleni arkasına koymamaktır. Maşukun görevi onu, yani aşıkını "ağzına layık" hale getirmek, âşık o hâle gelmeden ona teslim olmamaktır. Aksi halde sevgilinin, aşıkın derununda olan "hançerinin yaresinin" iyileşmesine imkân yoktur. "Ağzına layık hâl" ile remzettiğimiz durum aşıkın "ölmesidir". Bu ölümün, bir hadis-i kudside de buyrulduğu gibi "ölmeden önce ölmek" olduğu ehl-i aşkın malumudur.


Ehl-i aşkın "ölmek" suretiyle vahdete(11) yani hakikate ulaşması şüphesiz aşkın devrini tamamlaması ile mümkündür. Hakikati arama temelindeki aşk yolculuğu, çoğu kez menziline varmadan sona erer yani yarım kalır ki bu durumdaki aşıka "kaza-zede" denir. Yani;


Destim(11) visale(12) ermedi, sundum firake(13) el.


Firake el sunulması, yani aşk devrini tamamlamadan âşık ve maşukun ayrı düşmesi olayı kozmik bir ziyandır ki bunun için ne kadar gözyaşı dökülse azdır. İlginçtir ki aşkın devrini tamamlamaması sadece firak yani ayrılık nedeniyle olmaz. Bu bazen "vuslat" yani "kavuşma" ile de olur. Şüphesiz buradaki "vuslat" gerçek bir kavuşma değildir. Hedefi tamlığın idraki yani vahdet-i vücut olan aşk yolculuğunda bazen âşık ve maşuk havâssın(14) yolu olan aşk yolundan çıkarak çoğunluğun yolu olan birleşme yani evlenme yolunu seçerek kaza-zede olurlar.


Büyük Hintli şair Rabindranath Tagore âşıkların yolunu şöyle ifade eder:


Ormanda iki yol vardı biz az ayak izi olanı seçtik.


Âşık ve maşukun aşkın devrini tamamlamadan dest-i izdivacı yani batak bir iş olan evlilik yoluna sapmaları havâssın yolu olan ve az ayak izi bulunan yoldan çıkarak çok ayak izi olan çoğunluğun yoluna sapması demektir ki sonuç yukarda da sözünü ettiğimiz gibi kaza-zedeliktir.


Oysa aşkın devrini tamamlaması ile meydana gelen kavuşmada artık aşıkın ve maşukun birbirlerine ihtiyacı kalmaz. Bu kavuşmada asıl olan tamlığın idrakidir ki buna vahdet-i vücut denir. Mecnun'un maceranın sonunda Leyla Leyla diyerek Mevla'yı bulmasının ve artık Leyla'ya ihtiyacının kalmamasının anlamı budur. Varlığın birliğinin(vahdet-i vücut) idraki anlamına gelen bu durumda aşıkın maşuk ile yapacağı dest-i izdivaç aşağı bir seviyedir ki bu durumda âşık ve maşuka düşen görev eğer şartlar uygunsa aşk mahsulü yavruların meydana gelmesi için neslin ıslahına yardımcı olmaktır.


Aşk hançerini yiyen aşıkın yaresi devamlı kanayacaktır. Onun çiğerinden kalbine damlayan kandan sürekli yeni aşk gülleri açacaktır. İşte bu aşk güllerinin aslında ulûhiyet âleminden gelen kokusudur ki aşıkın sabrına ve yola devamına imkân verir, bu zorlu yolculuğu mümkün kılar.


Bu hançeri abdın (15) eliyle abda vuran Yaratan'ın şifa veren elidir ki sonunda sulh selamet ve sonsuz huzur vardır. Ne mutlu bu derde düşen canlara ki melekût(16) onların olacaktır.

NOTLAR:

(1) Gönül ehli
(2) Aşk ehli, âşıklar
(3) İhsan edici ağız. Lisan-ı kelama sahip kişi
(4) Kamil insan
(5) Hakikat yolunda olan. Ehl-i tarik
(6) Takip edilen yol
(7) Aranıp bulunması gereken kozmik gerçeklik
(8) Başlangıcı olmayan zaman.
(9) Dualite
(10) Vahdet-i vücut. Varlığın birliği
(11) El
(12) Kavuşma
(13) Ayrılık
(14) Seçilmişler
(15) Kul
(16) Melekler âlemi