6 Eylül 2006 Çarşamba


VAROLUŞÇU CİNSELLİK NEDİR?

Varoluşçu cinselliğin öncülü, bir yaşam biçimi olarak parçalanmadan çok bütünleşmenin seçilmesidir. Bu mutlak bir seçim değildir. Dünya zevklerinden elini çekmiş bir münzevi parçalanmayı seçer, göreve bağlılığı, akıl ve irade ile yaşayan bir Staocu da öyle. Bunlar meşru ve doğru seçimlerdir.
Varoluşçu cinsellik seçilmiş cinselliktir. Bir bireyin doğru bir biçimde seçtiği cinsel yaşamıdır. Aşk, beden yoluyla karşı cinsten birine ifade edilebilir. Ama aşk sadece Tanrı’ya da ifade edilebilir. Bu durum da aşkın heteroseksüel biçiminde ifadesi kadar gerçek olabilir. Aşktan, bir ideal olarak tümüyle elini eteğini çekmek de mümkündür. Yaşamın aşkı içermesi gerektiğini söyleyen bir kanun yoktur. Ne de cinselliğin aşkı ifade etmesi gerektiğini söyleyen bir kanun vardır. Özgürlüğümüz bütündür.
Toplum bir bireyin bütünlüğüne, bireyselliğine ve eşsizliğine saygı göstermez. Toplumun mesajı hala ilkeldir: Uyum yada dışlama.

VAROLUŞÇU AŞKIN İKİNCİ TEMASI

Aşk; seksten önce, erotizmden önce, biyoloji ve bedenden önce gelir. Bu aşk, esasen saf bilinç seviyesinde ortaya çıkar; Saf, içsel bir bilinçle diğeri arasında bir eylemdir. Fiziksel donanımlar tamamlayıcı ve ayrı bir durumdur.
Varoluşçu aşk, farklı cinsler arasındaki bir ilişkiyle sınırlı değildir. Erkekle erkek, kadınla kadın, gençle genç, yaşlı ile yaşlı ve bunların pek çoğunun arasında var olabilir. Bu, bir bilincin varoluşçu aşkı karakterize eden bir diğer bilinç yada bilinçlerle eşsiz karşılaşmasıdır. İlişkinin fiziksel yönü sonraki bir seçim meselesidir. Bu fiziksel gösteriler, bu aşkın ifade edilip edilmeyeceğine, ne zaman ve nasıl ifade edileceğine dair kararların sonucudur ve aşkın kendisinin gerekli ve bütünleyici bir parçası değildir.
Varoluşçu aşk saf bilinç seviyesinde vardır. Ve bu seviyede toplumsal ayrılıklar ve biyolojik farklılıklar yoktur henüz. Varoluşçu aşk bir farkındalık karşılaşmasıdır, henüz kendisini özel edimlere taşımamış olan cinsel arkadaşlık yada ilişki gibi- ve var oluşçu aşkın yerleşik toplumsal kurallara taşınmadığı- evlilik ve bir ailedeki çocuklar gibi- bir birlikte oluştur. Bu nedenle varoluşçu aşk, cinsel ilişkiden çok derin dostluğa daha yakındır.

VAROLUŞÇU AŞKIN ÜÇÜNCÜ TEMASI

İnsanın özü, iç bilinci, öznel merkezidir. Bu merkez görülemez, ölçülemez, tartılamaz yada nesnelleştirilemez. Aşık olunmak, bu merkezin bir başkası aracılığı ile kendi içinde keşfedilmesidir. Aşık olmak ise bu merkezin kendi aracılığı ile bir başkası içinde keşfedilmesidir.
Aşık olma edimi karşılaşma olayıdır: Bir bilinç merkezinin, diğer bir bilinç merkezine tanık olduğu eşsiz bir gizemdir. Bu, varolan bir egonun, ikinci bir varolan egonun gerçekliğini onayladığı ve geçerli kıldığı bir birlikteliktir.
İnsanın kendisini keşfetmesi için bir aynaya ihtiyacı vardır. Peki iç bilince bir ayna olarak ne hizmet eder? Sadece diğer bir bilinç.
Gümüş kaplama bir cam bir yüzü yansıtabiliyorsa ancak diğer bir içsel öznel bilinç kendi içselliğinizi yansıtabilir.
Başkasının gerçekliğini algılamak, aynı zamanda bu başkasına gerçeklik de vermek demektir. Şimdi siz ona yansıtma işlevi görüyorsunuz. Ona yada onun için kendi gerçekliğini oluşturuyorsunuz. Bu şekilde onun kendi doğasını aydınlığa çıkartıyor ve sonsuz saygı ve minnetini kazanıyorsunuz.
Özet olarak , aşkın yansıtıcı cephesi karşılıklı yaratma edimidir. Kendini yaratma ve diğerini yaratmadır bu. Diğeri olmadan ben yokumdur ve ben olmadan da diğeri yoktur. Fakat diğeri ve ben beden, kişilik, yada davranış sistemleri değil, bilinç merkezleridir. Bu nokta hiç unutulmamalıdır.

VAROLUŞÇU AŞKIN DÖRDÜNCÜ TEMASI

Öteki bilincin bağımsızlığı sürekli olarak bana bu dünyada yalnız olmadığımı temin eder. Ötekinin bağımsızlığı yalnızlık için nihai çaredir.
İtaat ve kölelik isteyen aşk, karşılaşmaktan çok, kullanan aşk nörötik ve yalnızdır. Fakat diğer kişinin nihai gerçekliğini tanıyan aşk asla yalnız değildir ve her zaman sağlıklıdır.

VAROLUŞÇU AŞKIN BEŞİNCİ TEMASI-TAPINMA

Aşkta, deney üstü içsel ego, doğasının tapınma olduğunu keşfeder, ki bu beşinci temadır. Bilincin varlığı kendisinin ötesine uzanmaktır. Bu gerekli dışa uzanımın en niteleyici ifadesi tapınmadır. Benzer şekilde, tapınmaya değen yegane gerçeklik başka bir deney üstü içsel bilinç merkezidir. Başka bir içselliği tanımak kutsalı görmektir. Tapınma, kendi özünü keşfeden egonun doğal bir dışarı çıkma eylemidir. Tapınma aynı zamanda başka bir bilincin algılanmasına karşı verdiğimiz doğal huşu duyma tepkisidir. Aşkın, seksin ve dinin kapsadığı ortak zemin tapınma fenomeninde belli olur. İnsanın doğası kendi ötesine ulaşmaktır. Bu onun sevecen olması ve vermesi gerektiği anlamına gelir. Harry Emerson Fosdick, Hizmetin Anlamı’nda şöyle yazar:
“Galile Denizi ve Ölü Deniz aynı sudan yapılmıştır. Bu su Hermon’un yüksekliklerinden ve Toroslar’daki sedir ağaçlarının köklerinden, serin ve berrak aşağıya akar. Galile Denizi bundan güzellik ortaya çıkarır. Çünkü, Galile Denizinin bir çıkışı vardır. Vermek için alır. İçinde Ürdün Ovası’nı verimlendirmek için tekrar dışarıya akıtacağı bir zenginlik toplar. Fakat Ölü Deniz aynı suyla dehşet yaratır. Çünkü Ölü Deniz’in hiç çıkışı yoktur. O elinde tutmak için alır”
Vermenin dışa uzanan edimindeki yaşamın benim merkezimden dünyanın ötesine akışındaki en uç nokta tapınmanın ifadesidir. “Sana tapıyorum” demek kendim düşüncesi olmadan sana uzanmaktır. Yine de uzanan benimdir. Tapınma kapasitesi eğer kişi aşka değer olacaksa beslenmelidir.
Ancak mesafeli olmakla derin yakınlığa ulaşabilirsiniz.

VAROLUŞÇU AŞKIN ALTINCI TEMASI-TESLİMİYET-FETHETME

Bir özgürlüğün diğerine gönüllü olarak teslimiyeti varoluşçu aşk için esastır. Bu teslimiyet asla zorlama ile olmaz. Teslim olan kişi, yenilmiş bir kişi olarak değil teslim olan biri olarak kabul edilmeyi ister. Ancak gerçek bir özgürlük gönüllü olarak teslim olabilir.
Teslimiyet deneyiminin karşıtı kendine mal etme, sahiplik veya fethetme deneyimidir. Bu da varoluşçu aşk belirlemesinin bir kısmıdır.
Teslimiyet ve fethetme ile bağımsız iki deney üstü özgürlük, iki içsellik birbirlerine en yakın duruma gelebilirler. Bu birlik bir gizemdir. Çünkü bu aynı zamanda tek ve çift olma deneyimidir. Tıpkı negatif ve pozitif kutupların farklı olduğu, ama yine de tek bir manyetik alanın kaçınılmaz ve ayrılmaz öğelerini oluşturduğu bir mıknatıs gibi.
Aşkta gizemli birlik duygusu, indirgenemeyen iki atomik varlığın bir oluşu asla zorlanamaz; her zaman gönüllü olur bu. Fakat tamdır da: Fethetme gibi, gönüllü ve özgür teslimiyet de öylesine tamdır ki rahatsız eder. Bunlar “rahatsız edici” görüngülerdir, çünkü gündelik, sıradan işlerden tümüyle farklı ve bunların aksidirler. Bu nedenle aşka, gizlilik ve utanma duygusu eşlik eder. Derin bir deneyim biçiminde algılanan aşk yada daha iyisi deneyim üstü aşk, içeriden dışarıya doğru hissedilmelidir. İçselliğimizin pencerelerinden dışarıya, diğerinin dünyasına doğru görülmesi gereken bir deneyimdir bu. O zaman utanç verici olmaz. Ne var ki eğer aşkı, bir dış gözlemcinin görüş açısından, dışarıdan içeriye doğru algılarsak, o zaman aşk, tuhaf hayvansal bir edim yada bir psikoz edimi olur. Çünkü sadece onun tesadüfi, deneysel doğasını algılıyor ve asıl deney üstü doğasını göz ardı ediyoruzdur.
Fetheden, gerçek yaşamda hiç de mükemmel değildir. Bu nedenle aşk, fazlasıyla hayal gücüne ve aldanışa dayanır. Fakat güzel bir aldanıştır bu. Eğer sevgililer bir aldanışı yaşadıklarını bilirlerse, o zaman aşkları otantiktir. O zaman hem dürüst gerçekçiliğe hem de romantik coşkuya sahip olurlar. Ancak sevgi dolu bir karşılaşmanın, mistik saadetini toplumsal ve psikolojik gerçekliğin ağır olgularıyla karıştırdıkları zaman aşkları otantik olmaz.
Teslimiyetin ve fethetmenin insanlar arası gerçekçi bir ilişki yada faydalı toplumsal kurumlar için esas olması zordur.
Aşkın vecd anında teslimiyet ve fethetmenin derin anlamı vardır. Fakat böylesi bir ilişki, bütün bir yaşam biçimi olarak, daimi bir kurum olarak yaşamın diğer yönlerine zarar verir. Oysa kendinin farkında olan kadın ve erkekler arasında teslimiyet ve sahiplenme varoluşçu aşkın ebedi bir niteliği olarak kalır.

VAROLUŞÇU AŞKIN YEDİNCİ TEMASI-ALDANIŞ VE GERÇEKLİK

İnsan olmak bir çelişki olmaktır. Çapraşıklığı beğenmemek, kendinin düşmanı olmaktır.
Aşk sadece ego tatmini ve merkezileşmeyi değil, bunu tersi olan teslimiyeti de içerir. “Bu uygulanamaz”, “fazla idealist”, “bağımsızlığımı seviyorum” ve “kimseye teslim olmam” gibi tepkiler karşılaşmaktan korkan, tam anlamıyla sevmekten korkan insanların tepkileridir. Fiziksel aşkı davet eden yakışıklı yada güzel bir insana yaklaşıp, sadece bu güzel insanın dar fikirli uzaklığını ve buz gibi soğukluğunu keşfetmek acı bir manzara ve hüsran verici bir deneyimdir.
Aşk fenomeninin merkezi olan teslimiyet-fethetme sendromu ancak bir kez mümkün olur. İlk aşkın önemini bu olgudan çıkartırız.
Bazı bireyler, kaybolmuş ilk aşklarının karşılığı olarak sürekli yeni eşler seçerler.

VAROLUŞÇU AŞKIN SEKİZİNCİ TEMASI-ÖZEN, SÖZ VERME, GÖREV VE BAĞLILIK

Aşkla ilişkisini anlamak isteyen okuyucu için kendine şu soruları sorması önemlidir:
“Ben başka bir insana söz verebilir miyim?”
“Ben sorumlu bir insan mıyım?”
“Bağlı ve sadık olabilir miyim?”
“Feragat edebilir miyim?”
“Cömert olabilir miyim?”
“Müşfik ve şefkatli olabilir miyim?”
Aşkta satın almaya yada takas yapmaya yer yoktur. Kontrat, anlaşma yada müzakere yoktur aşkta.
Varoluşçu aşkta kayıtsız şartsız söz verilir.

VAROLUŞÇU AŞKIN DOKUZUNCU TEMASI-SEVMEK DOĞALDIR

Ancak sadece aktığı zaman var olan bir nehir gibi, insan varoluşu da kendini aştıkça, ancak kendisinin ötesine geçtikçe gerçek ve yaşamsaldır.
Bu kendini aşma sürecini AŞK’tan başka hiçbir sözcük tanımlayamaz.
Bilincimizin dışarı uzanması, merkezimizin vermesidir. Merkezimiz aşkla karşılaşıp tanık olunca, bilinç diğerinin meydan okuyuşu ile karşılaşır.
Aşk adı altında var olan her şey doğal değildir. Bedenden yada toplumdan yola çıkan aşk öğrenilmiştir. Bu aşk değişebilen ve tekrar öğrenilebilen kuralları olan bir oyundur.
Fiziksel erotik tahrikten yola çıkan aşk doğal olmayan aşktır.


Yukarıda sunulan yazı Peter KOESTENBAUM’un Varoluşçu Cinsellik adlı kitabından özetlenmiştir.

Hiç yorum yok: